29.11.2008

Latte Macchiato evde nasıl yapılır?



Eskiden beri kahveye düşkünümdür. Tabii benim zamanımda öyle Starbuckslar filan yoktu Türkiye'de, bulsanız bulsanız filtre kahve bulurdunuz ancak. Üniversite yıllarımda sınavlara çalışırken masamın üzerinde olurdu hep o bir fincan kahve. Buraya geldikten sonra kahvenin her türlüsüyle tanışma fırsatım oldu. Yoğun köpüklü, bol sütlü latte macchiato ise en favori kahvem. Kahve içmeyi çok abartmamakla birlikte, biri mutlaka sabah olmakla birlikte günde 2 fincan içmezsem rahat edemem. Aklımın hep bir köşesinde olur, içim içimi yer. İlla ki o iki fincan içilmelidir.

İyi bir kahve makinası alalım diye düşünüp duruyoruz eşimle. Ama sonra 2 kişi için değmez o kadar para vermeye diyoruz. Yeni çıkan nespressonun kapsüllü makinalarında gözüm var aslında. Cömert olduğum bir günüme denk gelirse alabilirim, bu ara kampanya da varmış bir düşünelim :)

Aslında böyle bol köpüklü bir kahveyi kahve makinasız yapmak hayal değil. Evde de gayet güzel oluyor. Sütü az tutarak aynı yöntemle cappucino da yapabilirsiniz.

Latte macchiatoyu ben nasıl yapıyorum?

Bardağımın 3/4 üne gelecek şekilde sütümü koyuyorum, mikrodalgada ısıtıyorum. Sonra süt köpürtücümle köpürtüyorum. İyice köpürdükten sonra, bir fincan instant espressomu ayrıca hazırlıyorum. Hazırladığım espressoyu yavaşca bardağın kenarından dökerek süte ekliyorum. Böylece kahve karışmıyor ve ortada kalıyor. Orijinal görüntüyü elde etmiş oluyorum. İşte bu kadar pratik :)

Notlar:

Süt köpürtücü : Ben Tchibodan almıştım, sanırım 2 sene oldu. Multi mixer diye satılıyordu, 4 adet değişik karıştırıcı ucu var, 4 adet kalem pille çalışıyor, ben sadece süt köpürtmek için kullanıyorum ve çok memnunum. Internetten gördüğüm kadarıyla farklı markalarda pilli ve pilsiz süt köpürtücüleri Türkiye'de de bulmak mümkün.

Eğer süt köpürtücünüz yoksa yine de köpüklü süt elde edebilirsiniz. Bir tencereye sütü koyun, orta ateşteki ocağa oturtun, tel çırpıcıyla köpürterek kaynatın. Ama yine de köpürtücüyle daha güzel ve yoğun oluyor bence...

Instant espresso: Nescafenin sayfasında gördüm Türkiye´de de varmış bu ürün.

Bol köpüklü bir fincan/bardak kahve eşliğinde keyifli günler diliyorum :)

25.11.2008

Balkabağı Çorbası



Burada Hokkaido denilen balkabağı cinsi pek bol. Mevsimi de geldi, ben de bu çorbayı sık sık yapar oldum. Hokkaido cinsi bildiğim kadarıyla Türkiye'de yok, ya da ben hiç görmedim ama tahmin ediyorum bizim bal kabaklarıyla da olur bu çorba. Çünkü ben bu cinsle kabak tatlısı denemiştim, fena da olmamıştı. Türkiye'ye gidince bu çorbayı bizim balkabaklarıyla denemek istiyorum ama inşallah benden önce birisi dener ve bana da haber verir :)

Soğuk kış günlerine uygun lezzetli ve doyurucu bir çorba. Üzerindeki kavrulmuş kabak çekirdeklerinin tadı ise ayrı bir güzel...

Malzemeler:

1 kg ayıklanmış balkabağı

3 yemek kaşığı sıvı yağ

1 adet kuru soğan

1 tatlı kaşığı zerdeçal

30 gr taze zencefil (1 serçe parmak boyutu kadar) yoksa 1 tatlı kaşığı toz zencefil

1 adet küçük kırmızı acı biber

1 adet sebze bulyon

2 sap taze soğan

1 litre sıcak su

üzeri için:

1 avuç kadar kabak çekirdeği içi

Yapılışı:

Tencereye sıvı yağı alın, üzerine küçük doğranmış soğanları ekleyin biraz kavurun, daha sonra küçük kesilmiş balkabaklarını ve zerdeçalı ekleyin ve birkaç dakika kavurmaya devam edin. Daha sonra rendelenmiş zencefili, minik doğranmış acı biberi, sebze bulyonu ve sıcak suyu da ekleyin. Kısık ateşte 15 dk kadar balkabakları yumuşayana kadar pişirin. Ateşten alın ve pürüzsüz olana kadar blenderdan geçirin. Tekrar ocağa koyun içine ince kıyılmış taze soğanları ekleyin ve 5 dk kadar daha kısık ateşte pişirin. Ocağın altını kapatın. Üzeri için teflon tavada kabak çekirdeği içini kavurun. Çorbanın üzerine koyarak servis yapın.

Afiyet olsun.

21.11.2008

İtalya Gezimiz - Cinque Terre


Yeni sayfamın ilk yazısında kışın ortasında bu güneşli fotoğraflarla içiniz açılsın istedim :)


Bu sene yaz tatilimizde bir haftalığına İtalya'ya gittik. Çok güzel yerler gördük. Çok güzel yemekler yedik. İnsanlar ne kadar stressiz bir hayat sürüyor şaşkınlık içinde izledik. Biz de ordayken onlara uyum sağladık. Sessiz, sakin, TV, internet, trafik olmadan süper bir tatil geçirdik.


Buraların stresinden ve monotonluğundan bunalınca, değişik ve kafamızı dinleyebileceğimiz, doğayla içiçe olabileceğimiz bir tatile ihtiyacımız olduğuna karar verince ben araştırmaya başladım . 2 sene önce dört günlüğüne gittiğimiz İtalya tatilinden çok güzel anılarla dönmüştük. Cinque Terre ise ilk gezimizde aklımızda olan ama zaman kalmadığı için gidemediğimiz bir bölgeydi. Bu sefer 7 günlük tatilimizin tamamını orada geçirmeye karar verdik. Bizi en çok etkileyen ve çeken bu bölgenin doğal yapısı oldu. Bütün organizasyon işlerini her zamanki gibi ben yaptım. Bu bölgeyle ilgili Türkçe pek fazla bilgi olmadığından belki gitmek isteyenlere fikir verir amacıyla tatilimizi ve izlenimlerimizi sizlerle paylaşmak istiyorum.



Cinque Terre, İtalya' nın Liguria bölgesinde 5 küçük köyden oluşan ve 1997 yılından beri UNESCO' nun koruması altında ve Dünya Kültür Mirasları listesinde yer alan bir bölge.

15 km.lik sahil şeridinde bulunan köyleri çekici yapan en önemli özellikleri sarp kayalıkların üzerine kurulmuş olmaları. Cinque Terre' ye ilk yerleşim 1000 yıl öncesine dayanıyor. Bölge halkı o zamanlar geçimini tarım ve balıkçılıkla karşılıyorken şimdilerde ise turizm bölgenin en önemli geçim kaynağı.



Monterosso, Vernazza, Corniglia, Manarola ve Riomaggiore birbirinden güzel 5 küçük köy. Köyler arasındaki yürüyüş yolları harika ama bir o kadar da yorucu. Zaman zaman 230 metre yüksekliğe kadar çıkıyorsunuz. Bazen yollar o kadar dar ki bazı bölgelerde yan dönerek geçmek zorunda kalıyorsunuz.

Biz konaklamak için Vernazza' yı seçtik. İnternette yaptığım araştırmalar ve okuduğum yorumlarda Vernazza' nın köylerin en güzeli olduğu söyleniyordu. Gidince de gördük ki gerçekten de en güzel köy oydu. Otel bulmak içinse aylar öncesinden rezervasyon yapmak gerekiyormuş. Zaten Vernazza'da öyle lüks oteller filan otel yok. Genellikle pansiyonlar ve özel odalar var. 1 ay süren araştırma ve 20'den fazla yere e-mail attıktan sonra nihayet içimize sinen bir odada karar kıldık. Zaten her yer dolu olduğundan çok da fazla seçeneğimiz yoktu. Açıkçası oraya gidene kadar acaba nasıl olacak odamız diye endişelenmedim değil. Aradığım lüks değil de temiz olmasıydı. Ama şansımız varmış odamız çok güzeldi. Banyosu, deniz manzarası, küçük bir buzdolabı, hatta küçük bir de TV İtalyanca kanallar olduğundan hiç açmadık TVyi. Bundan iyisi can sağlığı diyerek odamıza yerleştik. Odanın gecelik fiyatı 70 Euro (Vernazza'ya göre normal bir fiyat).

Uçağımız Pisa Havaalanı'na indi. La Spezia' da aktarma yaparak Vernazza'ya gittik. Tren yolculuğumuz yaklaşık 1.5 saat sürdü. Oraya varmamız saat 20:00 yi bulduğundan sadece odamıza yerleşip, akşam yemeği yemeye vaktimiz oldu. Ertesi gün kalkıp kahvaltı etmek için meydana gittik. Vernazza sadece bir ana sokaktan oluşuyor. Bu sokaktan merdivenler yardımıyla diğer dar sokaklara ulaşıyorsunuz. Yani baya bir merdiven çıkmak gerekiyor evlere ulaşmak için. Ama eğer merdiven çıkamam diyorsanız meydanda kalınabilecek odalar da var. İtalyan'larda kahvaltı kültürü bizimki gibi olmadığından zaten çok fazla çeşit olmadığını biliyorduk. Güzel bir cafe bulup mozarellalı domatesli foccacia ve cappucinolarımızı ısmarladık. Başka çok da fazla seçenek olmadığından bu kahvaltıyı sanırım 4 ya da 5 gün aynı şekilde ettik. Sonlara doğru ben mozarella görmek istemiyordum artık :) Aralarda da değişiklik olsun diye croissant yedik. Türk kahvaltısının yerini hiç birşey tutamaz birkez daha anladık.



Kahvaltıdan sonra yola koyulduk. Hava kapalı ve çok sıcak olmadığından yürüyüş için idealdi. Amacımız Vernazza - Corniglia yolunu yürümekti. Yol 4 km. idi ve yaklaşık 2 saat sürdü. Bu yolda 227 metreye kadar çıktık. Yol zaman zaman çok dikti ve biz çok da sportif olmadığımızdan sık sık mola vermek zorunda kaldık. Yürüyüş için spor ayakkabı ve rahat kıyafetlerinizin olması şart. Şapka da sizi güneşten koruyacaktır. Tabii bir de suyu unutmamak gerekli.


Yukarıdaki fotoğrafta Vernazza' nın Cornigla yolundan görünüşü ve yollardaki kayalardan oyulmuş merdivenleri görüyorsunuz. Yola devam ettikçe bu merdivenlerin çok daha dik olanlarıyla karşılaştık. Tabii zorlu bölümlerde fotoğraf çekmeye fırsatım olmadı. Corniglia'ya vardığımızda yorgun ve acıkmıştık. Corniglia köyler arasında sahili olmayan tek köy. Tamamen tepeye kurulmuş ve köylerin en sessizi. Hemen yemek yemek için bir yer aramaya koyulduk ama hiç bir yeri gözümüze kestiremeyince, bir cafeden bruscetta ve focaccia alarak bir parkta yedik.





Corniglia' dan trene binerek Manarola' ya 2-3 dakikada ulaştık. Orada da bir cafeye oturup sahane bir deniz manzarası karşısında kahvelerimizi içtik. İyice dinlendikten sonra Riamaggiore'ye yürümek üzere yola çıktık. Ünlü aşıklar yolundan (Via dell' Amore) yürüdük. Bu yol tamamen betonla kaplanmıştı ve yürümesi çok kolaydı. 15-20 dk. da Riamaggiore'ye ulaştık. Riamaggiore bize çok basık ve havasız geldi. Çok ufak bir sahili vardı orda çok fazla kalmadan trene binip Vernazza'ya döndük.



Ertesi gün güneşli bir gündü. Bir önceki güne göre de oldukça sıcaktı. Bugün de Vernazza - Monterosso yolunu yürümekti amacımız. Yolun uzunluğu 5 km. idi. Yol uzunluğu gözümüzü pek korkutmamıştı ama yürümeye başlayınca bir önceki gün yürüdüğümüz yoldan daha zorlu olduğunu gördük. Ayrıca güneş de olduğundan bizi daha da yordu. Zaman zaman iki ayağımızın sığmadığı kayalara sürünüp de geçmek zorunda kaldığımız yerler vardı. Neyse ki uçurum kenarı filan değildi yani tehlikeli bir durum yoktu. Monterosso diğer köylerden daha büyük ve daha farklı. Diğer köylerin dokusu yok Monterosso'da. Turistlerin en çok kaldığı köy burası. Bol bol otel var, sahili var. Ama yine de birşeyler eksik bence.


3. gün de gezme aktivitelerimize devam ettik. Benim ısrarlarımla Sestri Levante'ye gitmeye karar verdik. Oradaki meşhur sessizlik koyunu (La Baia del Silenzio) görmek istiyordum ben. Ancak gidince biraz hayal kırıklığına uğradık. Sestri Levante turistik bir sahil kasabası ve bence pek de özelliği olmayan bir yer. Sessizlik koyu da sessiz, havasız, boğucu bir koy, orayı da pek tutmadım :) Buralarda pek birşey bulamayınca Portofino'ya doğru gitmek üzere yola çıktık. Portofino küçücük bir koyu olan bir yarımada. Limanıyla ünlü ve aşırı pahalı bir yer. O küçücük yerde bütün ünlü markaların mağazaları vardı şaşırım kaldım :) Koca koca yatlar limanda sessiz sessiz duruyorlardı. Ah bir yatım olsaaa la lalalalaaa diyerek iç geçirdim.




Tatilimizin geri kalan 3 gününü de Vernazza'da dinlenerek geçirdik. Kayalardan denize girdik. Kafamızı boşalltık, ruhumuzu dinlendirdik, midemizi şenlendirdik. Yeri gelmişken söylemeliyim Vernazza'daki hemen hemen bütün restaurantları denedik, yemekler birbirinden güzeldi. Fiyatlar ise çok da uygun sayılmazdı. Akşam yemekleri için kişi başı en az 30 Euro ödedik ama her kuruşuna değerdi :)



Eee tabii herşey bu kadar mükemmel olamazdı. Dönüş maceramızı anlatmadan olmaz. Dönüşümüz için tren biletimizi bir gün öncesinden almıştık. Herşey gayet normaldi. Sabah kalktık, toparlandık. Odamızı boşalltık ve kahvaltı etmeye gittik. Trenimize daha vakit olduğundan 1.5 saat kadar da bir cafede oyalandık. Sonra sakin sakin tren istasyonuna gittik. Ekrana bakıyoruz trenlerin yanında bir takım işaretler. Eşim dedi bu işte bir iş var. Sormaya gitti. Veee bombaaa!!! Trenler grevdeymiş. Bu İtalyan demiryolları böyle kafalarına göre, habersiz mabersiz grev yaparlarmış arada. Bütün gün tren filan yokmuş. Biz kaldık mı öylece. Köyde araba yok, otobüs yok, taksi yok. Nasıl gideriz, uçak kacacak derken hemen odamızın sahiplerine gittik. Sağolsunlar çok ilgilendiler. Yakın bir şehirden taksi çağırıldı tabii taksi parası neredeyse bizim uçak parasına eşit, napalım dedik, uçağı kaçırmaktan iyidir. Taksimizi beklerken, baktık bizim gibi genç Rus bir çift. Hemen onlara sorduk, taksi parasını bölüşücez ya :) Şansımız varmış ki aynı yere gidiyormuşuz. Hep birlikte taksiye doluşarak hava alanına gittik. Trenle gitseydik vereceğimiz paranın 13 katını vererek havaalanına ulaştık. Bu da bize İtalya'nın güzel bir hediyesi oldu. :)

Taşındım :)

Ben de taşındım. Yaklaşık 3 haftadır yeni sitemle uğraşıyorum. Blogspottan sonra sudan çıkmış balığa döndüm. Kardeşim sağolsun hostingimi aldı, domain zaten 1 senedir alınmış bekliyordu. Nihayet artık aktif hale geçebildi :)

Benim bu işlerle hiç bir alakam olmadığından kardeşim bana wordpress altyapısını kurdu. Onun başının etini de az yemedim bu arada. Sağolsun canım uğraştı benimle. Bilgisayarla aram hep iyi olmuştur ama bu sefer ben olayın mantığını kavrayana kadar epey zaman geçti. Yok ftp ymis, yok bilmemneymiş, işin yoksa uğraş dur :) İçime sinen bir template bulana kadar da bir sürü template değiştirdim, onları düzenledim, ettim. En sonunda yine bu sade temada karar kıldım. Şimdilik wordpressle aram iyi, alıştım sayılır, bakalım...

Umarım burada da beni yalnız bırakmazsınız. Mutfak canavarınızdan hepinize sevgiler :)

Taşındım!

Yine uzun bir ara verdim biliyorum. Ama bu seferki nedenim tembellik değil yeni sitemle uğraşıyor olmamdı.

Gerisini buyrun buradan okuyun...

Eğer bağlantı adreslerinizle varsam lütfen adresimi www.mutfakcanavari.com olarak güncelleyin. Teşekkürler